İran sinemasının önemli temsilcilerinden Mohammad Rasoulof'un son filmi 'Kutsal İncirin Tohumu', ülkedeki baskılar ve sansürler altında yaratılan bir sosyal dramı gözler önüne seriyor. Film, derin bir politik tahlil sunarken, karakter gelişimindeki dengesizlikler de dikkat çekiyor.
İran sinemasının, uzun yıllardır sadece Avrupa değil dünya sinemasında da önemli bir yer tuttuğu herkesin malumu. Özellikle Jafar Panahi veya Asghar Ferhadi gibi isimlerin başını çektiği bu sinema, her sene çok parlak filmler sunsa da ne yazık ki İran çapında yaşanan kısıtlamalar, sansürler ve baskılar sadece yönetmenlerin ‘yaratma’ sürecini zorlaştırmıyor. Aynı zamanda onlara ‘ülkeden ayrılamama’ hatta bazen hapis cezasına kadar varan yaptırımlar da uygulanıyor.
Mohammad Rasoulof da ‘milli güvenliğe karşı olmak’ iddiasıyla ülkesinde sekiz yıl hapis cezası almış bir yönetmen. Dolayısıyla Rasoulof, ülkesinden ayrılmak zorunda kalmış ve son filmi ‘Kutsal İncirin Tohumu’nu yurt dışında çekmiştir. Yönetmen, bu filmiyle daha önceki yapımlarının da hissettirdiği bir isyanı dile getirirken, ülkesi üzerine derin bir politik tahlil değeri taşıyan ancak bunu yaparken de sağlam bir sosyal dram etkisi yaratan bir yapım çıkarmayı başarmıştır.
Filmin ana karakteri İman, mahkumların yargılama sürecinde araştırma yapmakla yükümlü bir devlet memurudur. Yakın bir zamanda hakim olarak bir terfi alması gündemdedir. Eşi Najmeh, ona her konuda destek verirken, ailenin iki kızı Rezvan ve Sana, ülkede yaşanan krize karşı daha duyarlıdır. Babalarının da bu sisteme dahil olmasından rahatsızlık duymaktadırlar.
Ülkedeki çalkantılı durum arttıkça, hem aile içinde bir ‘çatırdama’ başlayacak hem de İman’ın duruşu giderek tehlikeli bir hale dönüşecektir. Yönetmen, filminin senaryosunu kurarken birçok tehdit ve gerilim duygusunu katmanlı bir şekilde üst üste yerleştiriyor. Bu durum, izleyiciyi derin bir düşünceye sevk ediyor.
2022 yılında, Mahsa Amini adındaki 22 yaşında genç bir kadın ‘uygun olmayan baş örüsü’ bahanesiyle polis tarafından öldürülmüş ve bu olay ülke çapında büyük bir tepki toplamıştır. İman’ın yargıda terfi durumu, aileye maddi bir kazanç sağlarken, ülkenin politik açıdan ‘alev alev’ olması, onları ciddi bir tehdit ve tehlikeye daha da yaklaştırmaktadır.
Ailedeki üç kadın, büyük ölçüde evde kapalı bir şekilde, sadece zorunlu alışverişler dışında çıkmadan, dış dünyayla bağlantıları son derece kısıtlı ve izole bir şekilde yaşamaya başlıyorlar. Rasoulof, bu ‘kapanmışlık’ duygusunu güçlendirerek ikinci gerilimi ortaya çıkarıyor. Aile sosyal olarak ‘orta sınıf’ sayılabilir ve yaşadıkları daire de ‘düzgün’ hatta ortalama üstü duruyor.
Yönetmenin eklediği bir üçüncü gerilim de var: kurmaca filmini 2, 39: 1 formatında izlerken araya cep telefonuyla çekilmiş, İran sokaklarında gerçekten yaşanmış olayları gösteren görüntüler giriyor. Bu gerçek görüntüler, filmdeki ailenin ‘dışarıdan soyutlanma’ çabasını daha da görünür kılıyor. Ailedeki isyan ve huzursuzluk had safhaya çıkıyor.
Kurmacayla gerçek, içeriyle dışarısı arasında salınan bu dünya, özellikle Rezvan’ın sokak gösterilerinde yaralanmış bir arkadaşının eve sığınmasıyla zirve noktasına ulaşıyor. Bu durum, filmin gerçek kahramanları olan Rezvan ve Nara’nın temsil ettiği ‘tartaklanmış’ bir gençliğin somut ve derin bir dışa vurumu gibi duruyor.
Bütün bu pozitif noktalarının yanında, filmde gözümüze batan ufak kusurlardan da bahsetmek gerekiyor. Öncelikle film biraz fazla uzun. Kuşkusuz senaryo olay örgüsü açısından oldukça dolu ve gereksiz duran sekanslar sayıca az ama yine de yaşanan gerilim, karakter oluşumları ve varılan sonuçlar daha derli toplu bir şekilde verilebilirdi.
Özellikle son çeyreğine vardığında ve hikayede aile kaçtığı kır evine gittiğinde filmde tempo düşüyor. Bu durumdan en büyük hasarı da İman karakteri görüyor. İman, hikaye başladığında idealist sayılabilecek bir karakterdir. Ancak son çeyreğinde İman’ın ‘kaydığı’ nokta ve ulaştığı kötülük sınırları o kadar aşırı uçlara dayanıyor ki, hem gerçekçi atmosfer zedeleniyor hem de film, thriller havasına bürünüyor.